GİRİŞ
Bir aspirin tabletini düşünün; ortasında bir çizik olduğunu hemen hatırlayacaksınız. Bu çizik, ilaçtan yarım doz kullanmak isteyenlere kolaylık sağlamak için düşünülmüştür. Hepsi aspirin tableti kadar basit olmasa da, çevremizde gördüğümüz her ürünün mutlaka bir tasarımı vardır. Evden işe giderken bindiğimiz araçtan, evimizdeki televizyonun kumandasına kadar.
"Tasarım" kısaca, az veya çok sayıdaki parçaların bir amaca yönelik olarak düzenli bir biçimde bir araya getirilmesi demektir. Bu tanımlamayı esas alarak bir otomobilin tasarım olduğunu tahmin etmekte güçlük çekmezsiniz. Çünkü ortada bir amaç vardır: insan ve yük taşımak. Bunu gerçekleştirmek için de araba motoru, lastikler, kaporta gibi değişik parçalar bir fabrikada planlanarak bir araya getirilmişlerdir.
Peki ya bir canlı söz konusu ise? Mesela bir kuş ve onun uçuş sistemi de tasarım olabilir mi? Hemen cevap vermeden önce araba için yaptığımız değerlendirmeyi kuş için de yapın. Ortada uçmak gibi bir gaye söz konusudur. Bunun için de içi boş hafif kemikler, bu kemikleri hareket ettirecek güçlü göğüs kasları ve havada tutunmayı sağlayacak nitelikte tüyler kullanılmıştır. Kanatların aerodinamik özelliği vardır, metabolizma ise kuşun yüksek enerji ihtiyacını karşılayacak şekildedir. Kuşun bir tasarım ürünü olduğu ortadadır.
Eğer kuşu bir kenara bırakır ve diğer canlıları incelerseniz, yine aynı gerçekle karşılaşırsınız. Her canlıda son derece iyi düşünülmüş tasarım örnekleri vardır. İncelemeyi biraz daha sürdürürseniz, kendinizin de tasarlanmış olduğunu farkedersiniz. Bu sayfayı tutan elleriniz, hiçbir robot elinin olamadığı kadar işlevseldir, bu satırları okuyan gözleriniz ise dünyanın en iyi kamerasından daha net görüntü sağlamaktadır.
Böylelikle şu önemli sonuca varırsınız: Doğadaki tüm canlılar, siz de dahil, tasarlanmıştır. Bu ise, tüm canlıları dilediği gibi şekillendiren, dolayısıyla tüm doğaya hakim olan, üstün güç ve akıl sahibi bir Yaratıcı'nın var olduğunu gösterir.
Ancak 19. yüzyılda ortaya atılmış olan evrim teorisi, bu gerçeği reddeder. Charles Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabıyla ortaya attığı bu teori, canlıların gerçekte bir tesadüfler zinciri içinde oluştuklarını ve birbirlerinden farklılaştıklarını öne sürer.
Teorinin temel mantığına göre, canlılar küçük ve tesadüfi bazı değişikliklere uğramaktadır. Bu tesadüfi değişiklikler eğer bir canlıya yarar sağlarsa, bu canlı diğerlerine göre avantaj sağlayacak, onun nesli de aynı avantajı sürdürecektir. Böylece yeni bir tür ortaya çıkacaktır.
Bu senaryo 140 yıldır çok bilimsel ve ikna edici bir senaryo edasıyla anlatılır. Ancak Darwin'in teorisini biraz büyüteç altına aldığımızda, dahası canlılardaki tasarım örnekleri ile kıyasladığımızda ortaya çok farklı bir tablo çıkmaktadır: Darwinizm'in canlılığa getirdiği açıklama, kendi içinde çelişkili bir kısır döngüden başka bir şey değildir.
Önce "tesadüfi değişiklik" konusunu ele alalım. Darwin, o dönemde genetik bilinmediği için, bu kavrama açık bir tanım getirememiştir. Onu izleyen evrimciler ise bu konuda "mutasyon" kavramını ortaya atmıştır. Mutasyonlar, canlıların genlerinde oluşan tesadüfi kopmalar, yer değiştirmeler ve kaymalardır. Önemli olan ise, bugüne kadar hiçbir canlının genetik bilgisini geliştiren bir mutasyon gözlemlenmemiş olmasıdır. Bilinen mutasyon örneklerinin hemen hepsi canlıları sakat ya da hasta bırakır, diğerleri ise etkisizdir. Dolayısıyla canlıların mutasyon yoluyla gelişebileceklerini düşünmek, bir insan topluluğuna rastgele ateş açarak, eskisinden daha sağlıklı, daha gelişmiş bireyler elde etmeyi ummak gibidir. Kısacası saçmadır.
Ancak konunun bundan daha da önemli bir yanı vardır. Biz bütün bilimsel verilere rağmen, yine de bir mutasyonun belirli bir canlıya olumlu bir özellik kattığını varsayalım. Bu varsayım dahi Darwinizm'i kurtarmaz. Bunun nedeni "indirgenemez komplekslik" denen bir kavramdır. Anlamı şudur: Canlılardaki sistem ve organların çoğu, çok sayıda bağımsız parçanın bir arada çalışmasıyla işlev görür. Bu parçaların tek biri bile olmasa, ya da sakat olsa, organ hiçbir işe yaramaz.
Örneğin kulağınızın dışarıdaki sesleri duyabilmesi, çok sayıda küçük organın zincirleme reaksiyonu sayesinde mümkün olur. Bunlardan birini, örneğin orta kulaktaki "çekiç" kemiğini çıkarın, ya da yapısını bozun, artık hiçbir şey duymazsınız. Kulağınızın duyması için; dış kulak zarı, örs, çekiç ve üzengi kemikleri, iç kulak zarı, salganyoz, salyangoz sıvısı, algılayıcı hücreler, bu hücrelerin titreşimi algılamalarını sağlayan tüycükler, hücrelerden beyne giden sinir ağı ve beyindeki duyma merkezi gibi farklı elemanların herbirinin eksiksiz olarak var olması gerekir. Sistem "aşama aşama" gelişemez, çünkü ara aşamaların hiçbiri herhangi bir işe yaramayacaktır.
İşte "indirgenemez komplekslik" denen bu kavram, Darwinist teoriyi en temelinden yıkmaktadır. İşin ilginç yanı, Darwin'in de bu konuda büyük bir endişe duymuş olmasıdır. Türlerin Kökeni'nde şöyle yazmıştır:
"Eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır. Ama ben böyle bir organ bulamadım..." 1
Darwin, 19. yüzyılın ilkel bilim düzeyi içinde böyle bir organ bulamamış veya bulmak istememiş olabilir. Ancak 20. yüzyıl bilimi, canlılığı en ince detaylarına kadar incelemiş ve gerçekte canlı yapılarının çoğunun indirgenemez komplekslik özelliğine sahip olduğunu göstermiştir. Bu nedenle de Darwin'in teorisi, korktuğu gibi "kesinlikle yıkılmış"tır.
Bu kitapta Darwin'in teorisini yıkan bu canlı sistemlerinin bazılarını inceleyeceğiz. Bu sistemler bazen bir kuşun kanatlarında, bazen bir bakterinin tüycüğünde bazen de bir yarasanın kafatasının içinde karşımıza çıkacak. Bunları inceledikçe bir yandan Darwinizm'in ne denli büyük bir yanılgı olduğunu görecek, öte yandan bu sistemlerin ne denli üstün bir bilgiyle yaratılmış olduklarına tanık olacağız.
Böylelikle Allah'ın kusursuz yaratışının delillerini göreceğiz. Nitekim Allah'ın bu kusursuz yaratma gücü ve sanatı, bir Kuran ayetinde şöyle ifade edilir:
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

İNDİRGENEMEZ KOMPLEKSLİĞE BİR ÖRNEK: ISTAKOZUN GÖZÜ
Canlılar dünyasında birbirinden çok farklı göz tipleri vardır. Biz genellikle omurgalılara has olan "kamera tipi göz" yapısını biliriz. Bu yapı ışığın kırılması prensibiyle çalışır. Dışarıdan gelen ışık, gözün ön kısmındaki mercekten kırılarak geçer ve bu sayede gözün arka kısmında odaklanır.
Ancak bazı canlıların gözlerinin tasarımı, çok daha farklı sistemlerle işler. Bunlardan biri, ıstakozun gözünde vardır. Istakoz gözü, "kırılma" değil, "yansıma" prensibiyle çalışır.
Istakoz gözünün ilk dikkat çeken özelliği, yüzeyinin çok sayıda kareden oluşmasıdır. Bu kareler, resimde görüldüğü gibi, son derece düzgündür. Amerikalı biyolog Hartline, Science dergisindeki bir makalesinde şöyle der:
"Istakoz bugüne kadar gördüğüm en dikdörtgene benzemez canlıdır. Ama mikroskop altında, ıstakozun gözü kusursuz bir grafik kağıdına benzemektedir." 2
Istakoz gözü üzerindeki bu düzgün kareler, aslında birer kare prizmanın ön yüzeyidir. Bu yapı, arıların peteklerine benzetilebilir. Bir peteği gördüğünüzde önce sadece altıgen bir yüzeyle karşılaşırsınız. Ancak bu altıgen yüzeyler, aslında içeri doğru derinliği olan altıgen prizmaların yüzeyleridir. Istakoz gözünün farkı, şeklin altıgen değil, kare oluşudur.
Istakozun düzgün kare yüzeylerden oluşan bir gözü vardır. Bu düzgün kareler, aslında birer kare prizmanın ön yüzeyleridir. Istakoz gözündeki bu kare prizmaların her birinin iç yüzeyi "ayna" yapısındadır. Bu ayna benzeri yüzeyler ışığı kuvvetli biçimde yansıtır. Bu ayna yüzeylerden yansıyan ışık, daha arka taraftaki retina üzerinde kusursuz bir biçimde odaklanır. Gözün içindeki bu prizmalar öyle bir açıyla yerleştirilmiştir ki, hepsi ışığı hatasız bir biçimde tek bir noktaya yansıtır.
İşin daha da ilginç yanı ise, ıstakoz gözündeki bu kare prizmaların her birinin iç yüzeyinin "ayna" yapısında olmasıdır. Bu ayna benzeri yüzeyler ışığı kuvvetli biçimde yansıtır. Bu tasarımın en önemli noktası ise, bu ayna yüzeylerden yansıyan ışığın, daha arka taraftaki retina üzerine kusursuz bir biçimde odaklanmasıdır. Gözün içindeki bu prizmalar öyle bir açıyla yerleştirilmiştir ki, hepsi ışığı hatasız bir biçimde tek bir noktaya yansıtır.
Buradaki tasarımın ne denli olağanüstü olduğu sanırız açıkça ortadadır. Hepsi kusursuz birer kare prizma olan hücrelerin içi, ayna özelliği gösteren bir doku ile kaplıdır. Dahası bu hücrelerin her biri,ışığı aynı noktaya yansıtmak üzere çok ince bir geometrik hesapla yerlerine yerleştirilmiştir.
Istakoz gözünün bu yapısını ilk kez detaylı olarak inceleyen bilim adamı, İngiltere Sussex Üniversitesi'nden araştırmacı Michael Land'dir. Land, bu göz yapısının son derece şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcı bir tasarıma sahip olduğunu belirtmiştir. 3
Istakoz gözündeki bu tasarımın evrim teorisi adına çok büyük bir sorun oluşturduğu ise açıktır. Öncelikle, göz, "indirgenemez komplekslik" özelliğine sahiptir. Eğer bu gözün ön kısmındaki kare hücreler olmasa, ya da bu hücrelerin yansıtma özelliği olmasa veya arkadaki retina tabakası bulunmasa, göz hiçbir şekilde işlev görmeyecektir. Dolayısıyla ıstakoz gözünün "kademe kademe" oluştuğu ileri sürülemez. Bu denli mükemmel bir tasarımın bir anda tesadüfen oluştuğunu öne sürmek ise, tümüyle akıl dışıdır. Açıktır ki, ıstakozun gözü bu mükemmel sistemiyle yaratılmıştır.
Istakoz gözünün evrim iddiasını geçersiz kılan başka özellikleri de vardır. Bu gözün hangi canlılarda bulunduğunu incelediğimizde, çok ilginç bir tablo ile karşılaşırız. Istakoz örneği üzerinde incelediğimiz "yansıtma tipi göz yapısı", sadece "kabuklular sınıfı" olarak bilinen deniz canlılarının "uzun önayaklılar" olarak bilinen ailesinde bulunur. Bu ailede ıstakozlar ve karidesler vardır.
Kabuklular sınıfının diğer üyelerinde ise, "yansıtma tipi göz yapısı"ndan tümüyle farklı bir prensiple çalışan "kırılma tipi göz yapısı"na rastlanır. Bu göz yapısında gözün içinde yüzlerce küçük petek vardır. Ama petekler ıstakoz gözündeki gibi kare değil, altıgen ya da yuvarlaktır. Daha da önemlisi, bu peteklerin içinde ışığı yansıtan değil, kıran merceklerin bulunmasıdır. Mercekler ışığı kırarak arkadaki retina tabakası üzerinde odaklar.
Kabuklular sınıfındaki türlerin çok büyük bölümünde, söz konusu "kırılma tipi" mercekli göz yapısı vardır. Kabukluların sadece iki türü, ıstakoz ve karideste ise, az önce incelediğimiz "yansıtma tipi" aynalı göz vardır. Oysa evrimcilerin kabulüne göre, kabuklular sınıfına dahil edilen tüm canlıların ortak bir atadan evrimleşmiş olmaları gerekir. Eğer bu iddiayı kabul edecek olursak, "yansıtma tipi" aynalı göz yapısının da "kırılma tipi" mercekli göz yapısından evrimleştiğini kabul etmek durumunda kalırız.
Ancak böyle bir dönüşüm imkansızdır. Çünkü her iki göz yapısı da kendi sistemleri içinde mükemmel çalışmaktadır ve hiçbir "ara" aşama işe yaramayacaktır. Kabuklu bir canlının gözlerindeki merceğin yavaş yavaş yok olması ve eskiden merceğin bulunduğu yerde aynalı yüzeylerin oluşması, canlıyı henüz ilk aşamada görme yeteneğinden yoksun bırakacak ve dolasıyla doğal seleksiyon mekanizmasında elenmesine neden olacaktır.
Açıktır ki, her iki göz yapısı iki ayrı plan üzerine tasarlanmış ve ayrı ayrı yaratılmıştır. Bu gözlerde öylesine kusursuz bir geometrik düzen vardır ki, bunun yanında "tesadüf" olasılığını düşünmek bile saçma kalmaktadır. Istakozun gözü, diğer tüm yaratılış mucizeleri gibi, bizlere Yaratıcı'nın ne denli sınırsız ve kusursuz bir yaratma gücüne sahip olduğunu göstermektedir. Allah'ın sonsuz bilgisinin, aklının ve kudretinin bir tecellisidir bu. Canlılar dünyasının her ne yönüne baksak, bu gibi yaratılış mucizeleri ile karşı karşıya geliriz.
AKILLI TASARIM yani YARATILIŞ
Kitapta zaman zaman karşınıza Allah'ın yaratmasındaki mükemmelliği vurgulamak için kullandığımız "tasarım" kelimesi çıkacak. Bu kelimenin hangi maksatla kullanıldığının doğru anlaşılması çok önemli. Allah'ın tüm evrende kusursuz bir tasarım yaratmış olması, Rabbimiz'in önce plan yaptığı daha sonra yarattığı anlamına gelmez. Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah'ın yaratmak için herhangi bir 'tasarım' yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah'ın tasarlaması ve yaratması aynı anda olur. Allah bu tür eksikliklerden münezzehtir. Allah'ın, bir şeyin ya da bir işin olmasını dilediğinde, onun olması için yalnızca "Ol!" demesi yeterlidir. Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 82)
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
BÖCEKLERİN UÇUŞUNDAKİ TASARIM MUCİZESİ
Uçmadan bahsedildiğinde aklımıza çoğu zaman kuşlar gelir. Oysa yeryüzünde uçan canlılar sadece kuşlar değildir. Birçok böcek türü kuşlarınkinden de üstün uçuş becerilerine sahiptir. Kral kelebeği Kuzey Amerika'dan Orta Amerika'nın içlerine kadar uçabilir. Sinekler ve yusufçuklar ise havada asılı durabilirler.
Evrimciler böceklerin 300 milyon yıl önce uçmaya başladıklarını iddia eder. Buna karşın uçmaya başlayan ilk böceğin nasıl kanatlandığı, nasıl havalandığı, havada nasıl kaldığı gibi temel sorulara verdikleri hiçbir tutarlı cevap yoktur.
Evrimciler, sadece gövdedeki bazı deri tabakalarının evrim geçirerek kanada dönüşmüş olabileceğini öne sürerler. Söz konusu iddianın cılızlığını bildiklerinden olsa gerek, bunu doğrulayabilecek fosil örneklerinin yetersiz olduğunu belirtmeyi de ihmal etmezler. 5
Oysa sinek kanatlarındaki kusursuz tasarım, her türlü "tesadüf" iddiasını geçersiz bırakmaktadır. İngiliz biyolog Robin Wootton, "Sinek Kanatlarının Mekanik Tasarımı" başlıklı bir makalede şöyle yazar:
"Sinek kanatlarının işleyişini öğrendikçe, sahip oldukları tasarımın ne denli hassas ve kusursuz olduğunu daha iyi anlıyoruz... Son derece elastik özelliklere sahip parçalar, havanın en iyi biçimde kullanılabilmesi için, gerekli kuvvetler karşısında gerekli esnekliği gösterecek biçimde hassasiyetle bir araya getirilmişlerdir. Sinek kanatlarıyla boy ölçüşebilecek teknolojik bir yapı yok gibidir." 6
Öte yandan, sineklerin hayali evrimine delil oluşturabilecek tek bir fosil bile yoktur. Ünlü Fransız zoolog Pierre Paul Grassé "böceklerin kökeni konusunda tam bir karanlık içindeyiz" 7 derken bunu itiraf eder. Şimdi evrimcileri karanlık içinde bırakan bu canlıların bazı ilginç örneklerini birlikte inceleyelim.

HELİKOPTERİN İLHAM KAYNAĞI YUSUFÇUK
Yusufçuklar kanatlarını kendi üzerlerine katlayamaz. Ayrıca uçma kaslarının kanatları hareket ettirme şekli diğer böceklerinkinden farklıdır. Sırf bu özellikleri nedeniyle evrimciler yusufçukların "ilkel böcekler" olduğunu iddia ederler.
Oysa "ilkel böcek" denen yusufçukların uçuş sistemi bir tasarım harikasıdır. Dünyanın önde gelen helikopter üreticisi Skorsky, son modelinin tasarımını yusufçuğu örnek alarak gerçekleştirmiştir. 8 Bu projede Skorsky'e yardım eden IBM firması, yusufçuğun resmini bir bilgisayara (IBM 3081) yükleyerek çalışmaya başlamıştır. Bilgisayarda, yusufçuğun havadaki manevraları da göz önüne alınarak 2000 adet özel çizim gerçekleştirilmiştir. Çalışma sonunda yusufçuktan alınan örneklerle Skorsky''in asker ve mühimmat taşımak için ürettiği yeni modeli ortaya çıkmıştır.
Doğa fotoğrafçısı Gilles Martin ise yusufçukları incelemek amacıyla 2 yıl süren bir çalışma yürütmüştür. 9 Bu çalışma sonunda elde edilen bilgiler, bu canlıların son derece kompleks bir uçuş sistemine sahip olduklarını göstermektedir.
Yusufçuğun vücudu, metalle kaplanmış izlenimi veren halkalı bir yapıya sahiptir. Buz mavisinden bordoya kadar çeşitli renklerdeki gövdenin üzerinde çaprazlama yerleşmiş iki çift kanat bulunur. Bu yapı sayesinde, yusufçuk çok iyi bir manevra yeteneğine sahiptir. Uçuşu hangi hızda ve hangi yönde olursa olsun, aniden durup ters yönde uçmaya başlayabilir. Veya havada sabit durup avına saldırmak için uygun bir pozisyon bekleyebilir. Bu durumda iken olduğu yerde kıvrak bir dönüş yaparak avına yönelebilir. Çok kısa bir zamanda, böcekler için şaşırtıcı sayılabilecek bir hıza; saatte 40 km'ye ulaşır (Olimpiyatlarda 100 m. koşan atletlerin hızı saatte 39 km kadardır).
Bu hızla avına çarpar. Çarpmanın şoku çok şiddetlidir. Ama yusufçuğun zırhı hem çok sağlam hem de çok esnektir. Zırhın esnek yapısı çarpmadan doğan enerjiyi emerek böceği rahatlatır. Ama aynı şeyi avı için söylemek mümkün değildir. Yusufçuğun avı, çarpmanın yarattığı şok ile ya tamamen sersemler ya da ölür.
Çarpışma sonrasında ise yusufçuğun en etkili silahları olan arka bacakları devreye girer. Uçuş sırasında arkaya doğru kıvrık olan bacaklar, hızla öne açılarak sersemlemiş olan avı havada yakalar. Artık sıra çelikten farksız olan alt çeneye gelmiştir. Av kısa sürede parçalanarak yenir .
Çok yüksek hızlarda uçarken ani manevralar yapabilen yusufçuğun görme yeteneği de kusursuzdur. Yusufçuk gözü, dünyanın en iyi böcek gözü olarak kabul edilir. Her birinde 30.000 kadar ayrı mercek bulunan bir çift göze sahiptir. İki yarım küreye benzeyen ve başının yarısı kadar yer kaplayan gözler, böceğe çok geniş bir görüş sahası sağlar. Yusufçuk gözleri sayesinde neredeyse arkasında olup bitenleri bile gözleyebilir.
Görüldüğü gibi yusufçuk her biri tek tek mükemmel yapıya sahip bir sistemler bütünüdür. Bu sistemlerin herhangi birindeki küçük bir eksiklik, diğer sistemlerin işe yaramamasına yol açacaktır. Ama sistemlerin hepsi kusursuzca yaratılmıştır ve bu sayede canlı yaşamını sürdürür.

YUSUFÇUĞUN KANATLARI
Yusufçuğu yusufçuk yapan en önemli özelliği kanatlarıdır. Kanatların kullanılmasına imkan tanıyan uçuş mekanizmasının kademeli evrim modeli ile açıklanması ise mümkün değildir. Her şeyden önce kanat kavramı evrim için bir çıkmazdır. Çünkü kanatlar sadece bütünüyle gelişmiş oldukları takdirde iş görür.
Bir an için herhangi bir dış etken nedeniyle, karadaki bir böceğin genlerinde bir değişim (mutasyon) yaşandığını ve gövdedeki bazı deri tabakalarında belirsiz bir değişim olduğunu varsayalım. Bunun üzerine yeni mutasyonlar eklenerek 'tesadüfen' bir kanat oluşmuş olabileceğini öngörmek tamamen akıl dışıdır. Çünkü gövdede meydana gelecek mutasyonlar, böceğe çalışır bir kanat kazandırmadığı gibi karadaki hareket kapasitesini de iyice azaltacaktır. Çünkü böcek henüz uçmasına yaramayan, ama kendine ağırlık yapan bu yapıları taşımak zorundadır. Bu ise, bu böceği diğer hem cinslerine göre daha dezavantajlı kılacaktır. Evrim teorisinin temeli olan doğal seleksiyon mantığına göre, bu sakat canlının ve onun neslinin elenip yok olması gerekir.
Kaldı ki mutasyonlar çok nadir görünen değişikliklerdir. Dahası canlılara her zaman zarar verir, çoğu zaman ölümcül sakatlıklara yol açar. Dolayısıyla başlangıçtaki böceklerin gövdesindeki oluşumların, küçük küçük mutasyonlarla yusufçuğun uçuş mekanizmasına dönüşmesi, her yönden imkansızdır. Tüm bunların ardından şu soruyu soralım: Tüm imkansızlıklara rağmen evrimcilerin senaryosu gerçekleşmiş olsa dahi, bu senaryoyu doğrulayacak olan "ilkel yusufçuk" fosilleri neden bir türlü bulunamamaktadır?
Elimizdeki en eski yusufçuk fosilleri ile bugün yaşayan örnekleri arasında hiçbir fark yoktur. Bu en eski fosillerden önce yaşamış hiçbir "yarım yusufçuk", "kanatları yeni yeni beliren yusufçuk" kalıntısı yoktur.
Bu canlılar da, diğer türler gibi, bir anda ortaya çıkmış ve bugüne kadar değişmeden gelmişlerdir. Yani, tüm bu canlıları Allah yaratmıştır.
Böceklerin iskeletleri kitin adlı bir dizi eklemli sert tabakadan meydana gelmektedir. Bu tabakalar dış iskelet yapısını oluşturacak kadar sağlam nitelikte yaratılmıştır. Aynı zamanda uçma kaslarının etkisiyle esneyebilme özelliğine de sahiptir. Kanatlar ise hem öne-arkaya hem de yukarı-aşağı hareket edebilir. Kanatların bu hareketi, kendilerini gövdeye bağlayan kompleks bir eklem yapısı sayesinde gerçekleşir. Yusufçuğun sırtında biri önde diğeri arkada olmak üzere iki çift kanat vardır. Kanatlar karşıt zamanlı olarak çalışır. Yani öndeki iki kanat yükselirken, arkadaki iki kanat alçalır. Kanatların hareketi iki karşıt kas grubunun hareketi ile sağlanır. Kasların bir ucu gövdenin içinde kaldıraç şeklindeki uzantılara bağlıdır. Bir kas grubu kasılarak bir çift kanadın yükselmesini sağlarken, öteki kas grubu da aynı oranda esneyerek ikinci çiftin alçalmasını sağlar. Helikopterler de aynı yöntemle alçalıp yükselir. Bu nedenle yusufçukların diğer bir adı da helikopter böceğidir.

YUSUFÇUĞUN METAMORFOZU
Dişi yusufçuklar çiftleşme sonrası yeni bir çiftleşme yapmak istemez. Ancak bu durum bilimsel adı Calopteryx virgo olan yusufçukların erkekleri için bir engel teşkil etmez. Kuyruğundaki iki kancası ile erkek, dişiyi boğazından yakalar (1). Dişi de ayaklarıyla erkeğin kuyruğunu iyice sarar. Erkek kuyruk kısmındaki özel çıkıntıları kullanarak (2), önce dişiye başka erkeğin yerleştirdiği spermleri olabildiğince temizler. Daha sonra sperm açıklığındaki tohumlarını dişinin üreme açıklığına bırakır. Bu durum saatlerce sürdüğünden bazen erkek ve dişi yusufçuğun beraber uçtuğu da olur. Yusufçuk döllenmeden sonra olgunlaşan yumurtalarını bir göl veya havuzcuğa bırakır (3). Yumurtadan çıkan larva 3-4 yılını suyun içinde geçirir (4). Bu süre içinde yakalayabildiği her şeyi yiyerek iştahla beslenir (5). Bunun için, bir balığı yakalayabilecek hızda yüzmesini sağlayan bir vücut ve avını parçalayabilecek güçte çenelerle yaratılmıştır. Larva büyüdükçe vücudunu saran deri ona dar gelir. Tam dört defa kendine dar gelen bu kıyafetini değiştirir. Son değişim zamanı geldiğinde sudan çıkarak bir kamışa veya yosunlu bir kayaya tırmanmaya başlar (6). Bacakları işlemez hale gelene kadar tırmanır. Ayaklarının ucundaki kancalar sayesinde kendini sabitler. Bu sırada kayıp düşmek, ölmek demektir.
Bu son değişim, diğer dördünden daha farklıdır. Allah, muhteşem bir yaratışla, larva halindeki canlıyı kusursuz bir uçucu haline getirir.
İlk olarak eski larvanın sırtı çatlar (7). Çatlak baştan sona doğru genişleyerek bir yarık halini alır. Bu yarığın içinden, sudaki canlı ile hiçbir ilgisi olmayan bir başka canlı çıkmak için çabalamaktadır. Son derece narin görünen bedenini, eski bedenin içinden çıkan ve onu emniyet kemeri gibi saran bağlar tutmaktadır (8). Bu bağlar ideal bir sağlamlık ve esneklikte yaratılmıştır. Eğer bağlar daha sert ve sağlam olsaydı, böceğin yarığın içinden doğrulması imkansız olacaktı. Aksi durumda ise bağlar yeni vücudu taşıyamayarak kopacaktı. Bu da henüz gelişmemiş olan larvanın suya düşüp ölmesine neden olacaktı.
Öte yandan yusufçuğun kabuk değiştirme işlemini kolaylaştıracak özel mekanizmalar devreye girer. Yusufçuğun yeni vücudu, eskisinin içinde iken sıkışıp büzülmüştür. Bu vücudu "açabilmek" için, özel bir pompa sistemi ve bu pompada kullanılan özel bir vücut sıvısı yaratılmıştır. Yarıktan dışarı çıkan kısımlara vücut sıvısı pompalanarak, böceğin sıkışıp büzüşmüş haldeki kısımları genişletilir (9). Bu arada işlemeye başlayan kimyasal çözücüler, yeni bacaklara hiçbir zarar vermeden, eski bacaklarla olan bağı koparır. Bacaklardan bir teki eski zırhın içine sıkışırsa bu bir felaket olacaktır, ama işlem kusursuzca gerçekleşir. Bacaklar denenmeden önce yirmi dakika kadar kuruyup sertleşmeleri beklenir.
Kanatlar ise önceden gelişmiştir, fakat katlı bir durumdadır. Güçlü vücut kasılmaları ile kanat damarlarına vücut sıvısı pompalanarak buradaki dokuların iyice gerginleşmesi sağlanır (10). Kanatlar uzayıp gerildikten sonra kurumaları için bir süre daha beklenecektir (11).
Eski vücut tamamen terk edildikten ve kuruma işlemi de tamamlandıktan sonra yusufçuk bütün ayakları ve kanatlarını bir denemeye tabi tutar. Bacaklar tek tek bükülüp açılır, kanatlar ise kaldırılıp indirilir.
Nihayet böcek uçmak için tasarlanmış formunu kazanmıştır. İnsan kendi gözüyle görmezse, bu kanatlı güzelliğin, sudan çıkan tırtılımsı canlıyla aynı hayvan olduğuna inanamaz (12). Yusufçuk son olarak pompalama işleminin başarıyla çalışması için fazla vücut sıvısının son damlasını da dışarı atar. Artık metamorfoz tamamlanmıştır, böcek uçmaya hazırdır.
Bu mucizevi dönüşümün nasıl ortaya çıktığını düşündüğümüzde ise, evrim iddiasının akıl dışılığı ile bir kez daha yüzyüze geliriz. Çünkü evrim teorisi, canlıların sadece tesadüfi değişikliklerin sonucunda ortaya çıktıklarını iddia eder. Oysa yusufçuğun yaşadığı metamorfoz, tek bir aşamasında bile en ufak bir hataya izin verilemeyecek son derece hassas bir işlemdir. Bu aşamaların herhangi bir noktasında çıkacak ufacık bir pürüz, metamorfozun tamamlanamamasına neden olacak ve dolayısıyla yusufçuğun sakat kalmasıyla ya da ölmesiyle sonuçlanacaktır. Metamorfoz tam anlamıyla "indirgenemez kompleks" bir süreçtir. Dolayısıyla açık bir tasarım ispatıdır.
Kısacası, yusufçuğun metamorfozu, Allah'ın canlıları ne denli kusursuz bir yaratılışla var ettiğini gösteren sayısız delilden biridir. Allah tek bir böcekte muhteşem sanatını göstermektedir.

UÇUŞUN MEKANİĞİ
Sineklerin kanatları, sinirler aracılığıyla iletilen elektrik sinyallarine göre titreşir. Örneğin bir çekirgede her bir sinir sinyali, kanadı çalıştıran kasın bir defa büzülmesine neden olmaktadır. 'Kaldırıcılar' ve 'indiriciler' olarak adlandırılan iki karşıt kas grubu, zıt yönlerde çalışarak kanatların yukarı-aşağı hareket etmelerini sağlar.
Çekirgeler kanatlarını saniyede 12-15 kez çırpar, ama küçük böcekler uçmak için aynı süre içinde daha sık kanat hareketi yapar. Örneğin balarıları, eşek arıları ve sinekler saniyede 200-400 kez kanat çırparken bu sayı tatarcıklarda ve 1 mm. boyundaki bazı parazitlerde 1000'e kadar çıkmaktadır. 10 Saniyede bin kez kanat çırpabilen, bu olağanüstü hareket sonucunda, yanmayan, aşınmayan, yıpranmayan 1 mm.lik bir uçuş makinesi, yaratılışın kusursuzluğunu gösteren açık bir delildir.
Bu uçuş makinelerini biraz daha yakından incelediğimizde ise, sahip oldukları tasarıma olan hayranlığımız daha da artar.
Başta kanat çırpma hareketinin sinirler aracılığıyla iletilen elektrik sinyallerine dayandığını söylemiştik. Ancak bir sinir saniyede en fazla 200 sinyal yollayabilme kapasitesine sahiptir. Öyleyse küçük uçucu böcekler saniyede 1000 kanat çırpışını nasıl gerçekleştirir?
Saniyede 200 kez kanatlarını çırpan sinekler, çekirgelerden farklı bir sinir/kas ilişkisine sahiptir. Her 10 kanat çırpışı için sinirden sadece 1 sinyal gelir. Ayrıca lifli kaslar olarak adlandırılan kanat kasları, çekirgede bulunan kaslardan farklı çalışmaktadır. Uyarıcı sinir sinyalleri kasların yalnızca uçuşa hazırlanmasını düzenlemekte, kaslar belli bir gerilime ulaştıklarında kendi kendilerine büzülmektedir.
Sinekler, arılar, eşek arıları gibi bazı böcek türlerinde ise, kanat çırpmayı "otomatik" hale getiren bir sistem vardır. Bu böceklerde uçuşu sağlayan kaslar, gövdedeki kemiklere doğrudan bağlı değildir. Kanatlar göğse bir tür menteşe işlevi gören bir eklemle bağlanır. Kanatları hareket ettiren kaslar da göğsün alt ve üst yüzeylerine bağlı bulunmaktadır. Bu kaslar büzüldüğünde de göğüs ters yönlerde gidip-gelmekte, böylece de kanatlar aşağıya çekilmektedir.
Bir grup kasın büzülmesi otomatik olarak karşıt bir kas grubunun gerilemesine ve daha sonra da kendiliğinden büzülmesine yol açmaktadır. Yani bir "otomatik sistem" söz konusudur. Böylece bir kez başlayan kanat hareketleri, sistemi denetleyen sinirlerden tersi bir uyarıcı sinyal gelmedikçe kesintisiz sürmektedir. 11
Bu haliyle uçuş mekanizması, kurulma yoluyla yayı sıkıştırılan bir saatin çalışmasına benzetilebilir. Parçalar öyle yerleştirilmiştir ki, tek bir hareket, kanatların çok kolay bir biçimde çırpılmasını sağlamaktadır. Burada kusursuz bir tasarım olduğunu görmemek imkansızdır. Allah'ın kusursuz yaratışı, açıkça ortadadır.

İTME KUVVETİNİ SAĞLAYAN SİSTEM
Düzgün bir uçuş sağlamak için kanatların yalnızca yukarı aşağı hareketi yeterli değildir. Kanatların ayrıca kaldırma ve itme gücü sağlayabilmeleri için her kanat vuruşu sırasında hareket açılarını da değiştirmeleri gereklidir. Böcek türlerine bağlı olarak kanatların belli bir dönme esnekliği vardır. Bu esnekliği aynı zamanda uçuş için gerekli enerjiyi de üreten dolaysız uçuş kasları sağlamaktadır.
Örneğin daha fazla yükselmek gerektiği zaman kanat ekleminin arkasındaki bu kaslar daha fazla büzülerek kanat açısını artırmaktadır. Yüksek hızlı fotoğraf tekniği kullanılarak yapılan araştırmalarda, kanatların uçuş sırasında eliptik bir yörünge izledikleri gözlenmiştir. Yani sinek kanatlarını sadece yukarı aşağı hareket ettirmemekte, aksine suda kürek çeker gibi yuvarlak bir hareket yapmaktadır. İşte bu hareket, dolaysız kaslar sayesinde mümkün olmaktadır.
Çok küçük gövdeli böcek türlerinin uçuş sırasında karşılaştıkları en büyük sorun, havanın akışkanlığının dolayısıyla da yarattığı direncin bu böcekler üzerinde hiçte azımsanmayacak boyutlara ulaşmasıdır. Bu küçük böceklerde hava kanatlara adeta yapışmakta ve kanat veriminin düşmesine neden olmaktadır.
Bu nedenle Forcipomya gibi kanat genişliği 1mm.'yi geçmeyen sineklerin, hava direncini yenebilmek için kanatlarını saniyede 1000 kez çırpmaları gerekmektedir.
Buna karşın, araştırmacılar teorik olarak bu hızın bile böceğin havalanmasına yeterli olamayacağını ve böceklerin başka sistemlerden yararlandıklarını düşünmektedirler.
Örneğin bir tür parazit olan Encarsia gibi küçük böcekler "çırpma ve silkme" olarak adlandırılan bir yöntemden yararlanmaktadır. Bu yöntemde kanatlar en üst noktaya eriştiğinde birbirine çarpmakta ve sonra da açılmaktadır. Açılırken önce kanatların sert bir damar taşıyan ön kenarları birbirinden ayrılmakta ve arada oluşan alçak basınçlı bölgeye hava akmaktadır. Bu hava akımı da kanatların çevresinde bir girdap oluşturmakta ve kanat çırpışlarının kaldırma kuvvetine yardımda bulunmaktadır. 12
Sinekler havadaki konumlarını sabit tutabilmek için de özel bir sistemle yaratılmıştır. Bazı sineklerin yalnızca bir çift kanadı vardır, arka tarafta ise halter adında topuz biçiminde bir yapı vardır. Hiçbir kaldırma kuvveti oluşturmamasına rağmen, bunlar ön kanatlarla birlikte titreşir. Uçuş yönü değiştiğinde bu uzantılar hareket etmekte ve böceğin uçuş yönünden sapmasını önlemektedir. Bu sistem bugün uçaklarda konum belirlemeye yarayan jiroskop aletine benzemektedir. 13
Süprüntü sinekleri saniyede 1000 defa kanat çırpabilmek için büyük bir eenrejiye ihtiyaç duyar. Bu enerji, karbonhidrat açısından zengin bitki özlerinden aldıkları besinle sağlanmaktadır. Üstlerindeki sarı ve siyah çizgiler yüzünden arılara benzeyen bu böcekler, bu özellikleriyle saldırganların dikkatlerinden kaçmayı başarır.
Sinek normal bir uçaktan 100 milyar kez daha küçüktür. Buna karşın uçaklarda uçuş için gerekli olan jiroskop ve yapay ufuk gibi karmaşık cihazların işlevlerini gören bir donanıma sahiptir. Manevra kabiliyeti ve uçuş teknikleri ise bir uçaktan kat kat üstündür.
Yandaki şekil, kendi kategorilerinin en iyisi olarak kabul edilen üç jet uçağının dönüş kapasitesini gösteriyor. Oysa sinekler ve arılar, havadaki hızlarında en ufak bir değişiklik yapmaksızın istedikleri yöne aniden dönerek uçabilir. Bu kıyas, jet uçaklarının teknolojilerinin arı ve sineğin yanında ne kadar zayıf kaldğını göstermektedir.
Birçok böcek kanadını üzerine katlayabilir. Bu durumda iken, kanadın ucunda yaratılmış kitin parçası sayesinde, çok daha rahat hareket edebilir. Amerikan Hava Kuvvettleri bunlardan esinlenerek, kanatları ikiye katlanan E6B Intruder uçaklarını üretmiştir. Ancak arılar ve sinekler kanatlarının tamamını gövdelerinin üserlerine katlayabilirken, E6B'ler, sadece kanatlarının bir yarısını diğer yarısının üzerine katlayabilmektedir.
RESİLİN
Kanat eklemi, mükemmel esneme özellikleri olan resilin adlı özel bir proteinden oluşmuştur. Hem doğal hem de suni kauçuktan çok daha üstün özellikleri bulunan bu madde, laboratuvarlarda kimya mühendislerince üretilmeye çalışılmaktadır. Resilin, esneme-bükülme yoluyla üzerine yüklenen tüm enerjiyi depolayan ve üzerine etki eden kuvvet kaldırıldığında bu enerjiyi tümüyle geri verebilen bir maddedir. Bu açıdan bakıldığında resilin verimi %96 gibi çok yüksek bir değere ulaşmaktadır. Bu sayede kanadın yukarı kaldırılması sırasında harcanan enerjinin yaklaşık %85'i depolanmakta ve aşağı kanat hareketinde bu enerji yeniden kullanlmaktadır. 14 Göğüs duvarları ve kaslar da bu enerji birikimini imkan tanıyacak özel bir yapıda yaratılmıştır.
BÖCEKLERE ÖZEL SOLUNUM SİSTEMİ
Sinekler, kendi büyüklükleri ile karşılaştırıldığında son derece yüksek hızlarda uçar. Yusufçukların uçuş hızı saatte 40 km.'ye kadar çıkabilir. Onlardan daha küçük olan at sineklerinin uçuş hızı ise saatte 50 km.ye erişebilmektedir. Bu hızlar, bir insanın saatte bir kaç bin kilometre hızla uçmasıyla eşdeğerdir. İnsanlar bu hıza sadece jet uçakları sayesinde ulaşabilirler. Ancak jet uçaklarının boyutunun da oldukça büyük olduğu düşünülürse, sineklerin bu uçaklardan bile daha hızlı uçtukları anlaşılır.
Jetler sahip oldukları yüksek hız motorlarını çalıştırabilmek için çok özel yakıtlar kullanır. Sineklerin uçuşu da yine yüksek bir enerji gerektirir. Dahası, bu enerjiyi yakmak için bol miktarda oksijene ihtiyaçları vardır. İşte bu yüksek oksijen gereksinimi, sineklerin ve diğer böceklerin vücuduna yerleştirilen olağanüstü bir solunum sistemiyle karşılanır.
Bu solunum sistemi, bizimkinden çok farklıdır. Biz havayı akciğerlerimize çekeriz. Oksijen burada kana karışır, sonra da kan yoluyla tüm vücuda dağılır. Ama sineklerdeki oksijen gereksinimi o kadar fazladır ki, oksijenin kan yoluyla hücrelere gitmesini bekleyecek zaman yoktur. Bu nedenle çok özel bir sistem tasarlanmıştır. Hava, sinek vücudunun farklı bölgelerine kılcal kanallar yoluyla dağılır. Aynı vücudu saran damar sistemi gibi, çok sayıda kanala ayrılan bir de hava sistemi vardır. Bu sayede uçuş kaslarını oluşturan hücreler oksijeni doğrudan bu kanallardan alır. Bu sistem aynı zamanda saniyede 1000 devir gibi yüksek rakamlarla çalışan kasların soğutulmasını da sağlamaktadır.
Bu sistemin çok açık bir yaratılış örneği olduğu ise açıktır. Bu denli hassas bir tasarım, hiçbir tesadüfi süreçle açıklanamaz. Bu sistemin evrimin iddia ettiği gibi kademeli olarak gelişmesi de imkansızdır. Çünkü hava kanalları tam olarak kurulup çalışmadığı sürece, ara aşamalar canlıya avantaj sağlamayacak, aksine solunum sistemini verimsiz hale getirip ona zarar verecektir.
Baştan beridir incelediğimiz tüm bu sistemler, sinekler gibi belki fazla önemsemediğimiz canlılarda dahi olağanüstü bir tasarım olduğunu göstermektedir. Tek bir sinek dahi, Allah'ın yaratışındaki kusursuzluğu gösteren bir mucizedir. Öte yandan, Darwinizm'in ortaya attığı hayali "evrim süreci" ise, bu sineğin tek bir sistemini dahi oluşturmaktan uzaktır.
Allah Kuran'da insanları bu gerçek üzerinde düşünmeye şöyle davet eder:
Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)

Sineklerin ve diğer böceklerin yüksek oksijen ihtiyacını çözmek için vücutlarında olağanüstü bir sistem yaratılmıştır: Hava, aynı kan dolaşımında olduğu gibi, özel tüpler sayesinde doğrudan dokuların içine ulaştırılır. Yukarıda, bu sistemin çekirgelerdeki örneği görülüyor:  A) Çekirgenin nefes borusunun elektron mikroskobu ile çekilmiş resmi. Tüpün etrafında elektrik süpürgelerinin hortumunda olduğu gibi borunun duvarını kuvvetlendiren spiraller vardır. B) Her bir nefes borusu tüpü, böceğin hücrelerine oksijen taşımakta ve atık karbondioksiti toplamaktadır.
"BİR SİNEK BİLE YARATAMAZLAR..."

Tek bir sinek bile, insanoğlunun ürettiği tüm teknolojik araçlardan çok daha üstündür. Dahası sinek "canlı"dır. Uçaklar ya da helikoperler birzaman kullanılır, sonra çürümeye bırakılır. Sinek ise kendisinin benzerlerini üretir.
"Ey insanlar, (size) bir örnek verildi şimdi onu dinleyin. Sizin Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız - hepsi biraraya gelseler dahi- gerçekten birsinek dahi yaratamazlar... Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir etmediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir.' 
(Hac Suresi, 73-74)

Bir karasineğin uçuşu, son derece kompleks bir iştir. Sinek önce, yön belirlemeye yarayan organlarını büyük bir titizlikle gözden geçirir. Daha sonra, ön tarafındaki denge organlarını ayarlayarak uçuş pozisyonunu alır. Son olarak, duyargalarının ucundaki alıcılar sayesinde, rüzgarın şiddeti ve yönüne göre kalkış açısını saptar. Ve nihayet havalanır. Ama tüm bunlar saniyenin yüzde biri kadar bir zaman sürmüştür. Uçuşa geçer geçmez kısa bir sürede hızlanabilir ve giderek saatte 10 kilometre gibi bir hıza ulaşabilir... 
Onun için rahatlıkla "akrobatik uçuş ustası" tanımı kullanılabilir. Havada olağanüstü zig zaglar çizerek uçabilir. Beklenmedik, ani ve sert dönüşler yapabilir. Bulunduğu noktadan dikey olarak bile havalanabilir... Ne kadar elverişsiz ve kaygan olursa olsun, her türlü yüzeye rahatlıkla konabilir. 
Karasinek, yiyecekleri yemeden önce, hortum biçimindeki ağzında bulunan tüpleriyle ona dokunup "kalite kontrolü" yapar. Sinek, diğer bir çok canlıdan farklı olarak besinlerini dışarıda sindirir. Bunun için hortumları sayesinde besinlerinin üzerine çözücü bir sıvı boşaltır. Bu sıvı, besini sineğin emebileceği kıvama getirir. Sinek daha sonra hortumuna bağlı emici pompalarla besini içine çeker.

Sinek en kaygan zeminlerde bile rahatlıkla dolaşabilir, evlerin tavanlarında saatlerce asılı durabilir. Ayakları, camlere, duvarlara veya tavanlara konmak için bir dağcıdan daha donanımlıdır. Eğer içeri çekilebilen pençeleri tutunmaya yetmezse, ayağının ucundaki vantuzlar onu zemine iyice yapıştırır. Bu vantuzların tutuş özelliği, salgılanan özel bir sıvı ile arttırılmıştır.

Sineğin uçuş yeteneği, kanadındaki üstün tasarımdan kaynaklanır. Kanatların kenarları, yüzeyi ve kanat damarları, algılayıcı hassas kıllarla kaplıdır. Sinek bu kıllarla hava akımlarını ve mekanik baskıları tespit eder.
Bu müthiş uçucunun bir başka gösterisi, evlerin tavanına konabilmesidir... Yerçekimi gereği tavanda duramaması ve yere düşmesi gerekir... Ama bu imkansızı gerçekleştirebilmesi için özel sistemlerle yaratılmıştır. Bacaklarının uç kısımlarında çok küçük vantuzlar vardır. Dahası bu vantuzlar belli bir yüzeyle temas ettiklerinde yapışkan bir sıvı salgılar. İşte bu yapışkan sıvı sayesinde karasinek tavana asılı kalabilir. Tavana doğru yaklaştığında bacaklarını öne doğru uzatır ve tavana dokunduğunu hissettiği anda, geldiği yönün tam aksine doğru bir takla atarak tavan yüzeyine karınüstü tutunur... Karasinek iki kanada sahiptir. Bir bölümü vücudun içine gömülü olan bu kanatlar, sinirlere bölünmüş çok ince bir zardan oluşur ve birbirinden bağımsız hareket edebilir. Ancak uçuş halinde, tıpkı tek kanatlı uçaklarda olduğu gibi, tek bir eksen üzerinde gidip gelirler. Bu kanatların hareketini sağlayan kaslar, sinek uçmaya başladığında kasılır, inişe geçtiğinde gevşer. Uçuşa başlarken sinirlerin denetlediği bu kas ve kanat hareketleri, bir süre sonra otomatik hale gelir. 
Kanatların yüzeyinde ve başın arka kısmında bulunan dokunma organları, uçuş ile ilgili bilgileri anında beyine ulaştırır. Sinek, uçuş halindeyken yeni bir hava akımıyla karşılaşırsa, bu dokunma organları hemen beyne gerekli sinyalleri gönderir. Kaslar da beyinden gelen sinyallere göre kanatları bu yeni duruma uygun biçimde çalıştrmaya başlar. Sinek bu organları sayesinde, kendisine karşı kalkan bir sinekliğin havada oluşturduğu fazladan rüzgarı hemen algılar ve çoğu kez uçup kurtulur. Karasinek, kanatlarını bir saniyede yüzlerce defa çırpabilir. Bu hareket için, dinlenme sırasında harcadığı enerjinin yaklaşık yüz katı bir enerji harcar. Bu açıdan oldukça güçlü bir yaratıktır. Çünkü insan metabolizması normal temposuna oranla en fazla 10 kat daha enerji harcayabilir. Üstelik insan böyle yoğun bir enerji tüketimini en fazla bir kaç dakika sürdürebilir. Oysa karasinek kanatlarını bu ritimle tam yarım saat boyunca çırpabilir ve bu tempoda bir kilometreden fazla mesafe katedebilir.
 
KUSURSUZ UÇUŞ MAKİNELERİ: KUŞLAR
Evrimciler, kuşların bir şekilde evrimleşmiş olmaları gerektiğine inandıkları için, bu canlıların sürüngenlerden geldiklerini iddia ederler. Oysa, kara canlılarından tamamen farklı bir yapıya sahip olan kuşların hiçbir vücut mekanizması kademeli evrim modeli ile açıklanabilir durumda değildir. Her şeyden önce kuşu kuş yapan en önemli özellik, yani kanatlar, evrim için çok büyük bir çıkmazdır. Türk evrimcilerden Engin Korur, kanatların evrimleşmesinin imkansızlığını şöyle itiraf eder:
"Gözlerin ve kanatların ortak özelliği ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde vazifelerini yerine getirebilmeleridir. Başka bir deyişle, eksik gözle görülmez, yarım kanatla uçulmaz. Bu organların nasıl oluştuğu doğanın henüz iyi aydınlanmamış sırlarından birisi olarak kalmıştır." 16
Görüldüğü gibi, kanatların bu kusursuz yapısının nasıl olup da birbirini izleyen tesadüfi mutasyonlar sonucunda meydana geldiği sorusu tümüyle cevapsızdır. Bir sürüngenin ön ayaklarının, genlerinde meydana gelen bir bozulma (mutasyon) sonucunda nasıl kusursuz bir kanada dönüşeceği asla açıklanamamaktadır.
Ayrıca, bir kara canlısının kuşa dönüşebilmesi için sadece kanatlarının olması da yeterli değildir. Kara canlısı, kuşların uçmak için kullandıkları diğer birçok yapısal mekanizmadan yoksundur. Örneğin, kuşların kemikleri kara canlılarına göre çok daha hafiftir. Akciğerleri çok daha farklı bir yapı ve işleve sahiptir. Değişik bir kas ve iskelet yapısına sahiptirler ve çok daha özelleşmiş bir kalp-dolaşım sistemleri vardır. Bu mekanizmalar, yavaş yavaş, "birikerek" oluşamaz. Kara canlılarının kuşlara dönüştüğü teorisi bu nedenle tamamen bir safsatadır.

KUŞ TÜYLERİNİN YAPISI
Kuşların sürüngenlerden evrimleştiğini iddia eden evrim teorisi, bu iki ayrı canlı sınıfı arasındaki dev farkları asla açıklayamamaktadır. Kuşlar; içi boş hafif kemiklerden oluşan iskelet yapıları, kendilerine özgü akciğer sistemleri, sıcakkanlı metabolizmaları gibi özellikleriyle sürüngenlerden çok farklıdır. Kuşlarla sürüngenlerin arasına aşılmaz bir uçurum koyan bir başka özellik ise, tamamen kuşlara has bir yapı olan tüylerdir.
Tüyler kuşları bu kadar ilginç kılan estetik unsurlardan en önemlisidir. "Tüy gibi hafif" sözü tüyün o zarif yapısındaki mükemmelliği açıklar niteliktedir.
Temelde protein yapısına sahip olan tüyler keratin adı verilen bir maddeden yapılmıştır. Keratin, derinin alt tabakalarındaki yaşlı hücrelerin besin ve oksijen kaynaklarından uzaklaşarak ölmesi ve yerlerini genç hücrelere terk etmesi sonucu oluşan sert ve dayanıklı bir maddedir.
Kuş tüylerindeki tasarım hiçbir evrimsel süreçle açıklanamayacak kadar komplekstir. Bilim adamı Alan Feduccia, “mekanik aerodinamik mükemmellik sağlayan”  tüylerin, “büyüleyici bir yapısal kompleksliğe sahip” olduğunu söyler. 17
Bir evrimci olmasına rağmen Feduccia, ayrıca şunu da itiraf eder:
Tüyler uçuş için kusursuzca bir uygunluk içindedirler; çünkü hafiftirler, sağlamdırlar, aerodinamik şekle sahiptirler ve birbirine geçen kancalı girift yapıları vardır. 18
Tüylerdeki bu tasarım, Charles Darwin'i de çok düşündürmüş, hatta tavus kuşu tüylerindeki mükemmel estetik kendi ifadesiyle Darwin'i "hasta etmiş"ti. Darwin, arkadaşı Asa Gray'e yazdığı 3 Nisan 1860 tarihli mektupta "gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım" dedikten sonra şöyle devam ediyordu:
Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavus kuşunun tüylerini görmek, beni neredeyse hasta ediyor. 19

TÜYCÜKLER VE ÇENGELLER
Eğer bir kuş tüyünü mikroskop altına alır ve incelersek, karşımıza olağanüstü bir tasarım çıkar. Tüylerin ortasında hepimizin bildiği uzun ve sert bir boru vardır. Bu borunun her iki tarafından yüzlerce tüy çıkar. Boyları ve yumuşaklıkları farklı olan bu tüyler kuşa aerodinamik özellik kazandırır. Ancak daha da ilginç olanı, bu tüylerin herbirinin üzerinde de, "tüycük" denilen ve gözle görülemeyecek kadar küçük olan çok daha küçük tüylerin bulunmasıdır. Bu tüycüklerin üzerinde ise "çengel" adı verilen minik kancalar vardır. Bu kancalar sayesinde her tüycük birbirine sanki bir fermuar gibi tutunur. Bu muhteşem yaratılışı daha yakından görmek için turna kuşunun tüylerinin yalnızca birisini ele alalım. Bu tek tüyün üzerinde, tüy borusunun her iki yanında uzanan 650 tane incecik tüy vardır. Bunların her birinde ise 600 adet karşılıklı tüycük bulunur. Bu tüycüklerin her biri ise, 390 tane çengelle birbirlerine bağlanır. Çengeller bir fermuarın iki tarafı gibi birbirine kenetlenmiştir. Birbirine çengellerle kenetlenen tüycükler, o kadar bitişiktir ki, duman üflendiği takdirde bile aralarından geçemez. Çengeller herhangi bir şekilde birbirinden ayrılırsa, kuşun bir silkinmesi veya daha ağır hallerde gagasıyla tüylerini düzeltmesi tüylerin eski haline dönmesi için yeterlidir.
Kuşlar hayatlarını devam ettirebilmek için tüylerini daima temiz, bakımlı ve her an kullanıma hazır tutmak zorundadır. Tüylerin bakımı için kuyruklarının dibinde bulunan yağ keselerini kullanır. Gagalarıyla bu yağdan bir miktar alarak, tüylerini temizler ve parlatır. Bu yağ, yüzücü kuşlarda, suyun içinde veya yağmur altındayken suyun deriye ulaşmasına engel olur.
Dahası kuşlar tüylerini kabartarak, soğuk havalarda vücut ısılarının düşmesini engeller. Sıcak havalarda ise tüylerini vücutlarına yapıştırarak, vücutlarının serin kalmasını sağlar. 20

TÜY TİPLERİ
Vücudun çeşitli yerlerinde bulunan tüylerin her birinin görevi farklıdır. Kuşun karnındaki tüyle kanat ve kuyruk tüyleri birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Büyük tüylerden meydana gelen kuyruk tüyleri dümen ve fren görevini yerine getirir. Kanat tüyleri ise, kanat çırpma esnasında açılarak yüzeyi genişletecek ve kaldırma kuvvetini artıracak bir yapıdadır. Kuşun kanadını aşağı doğru çırpması sırasında, tüyler birbirlerine yakın duruma gelerek, aralarından hava sızması engellenir. Kanatların yukarıya doğru kalkışı esnasında ise tüyler iyice açılarak aralarından havanın geçmesine elverişli bir pozisyon alır. 21 Kuşlar, uçabilme yeteneklerini koruyabilmek için belirli dönemlerde tüy döker. Yıpranmış ya da yırtılmış büyük tüyler, görevlerini tam olarak yerine getiremedikleri için hızla yenilenir.
KANATLARDAKİ SANAT
Tüylerin işlevleri çok çeşitlidir. Kanatlarda bulunan telekler, hayvanın uçmasına yarar.
Kuyruğu oluşturan kuyruk teleği ise, bir dümen görevi görür ve kuşun yere konarken fren yapmasını sağlar. Baş, gövde ve kanatlar üzerindeki tüyler kuşları suya ve soğuğa karşı korur.
Ayrıca kuşun havanın içinde süzülmesini de kolaylaştırır. Kanattaki kıvrım sebebiyle, hava tarafından uygulanan basınç üst yüzeyde daha zayıftır, bu da kuşun yükselmesini sağlar.
Eğer kanat fazla eğimli ise, hava akımının üst kısma uyguladığı artan basınç, aşağıya doğru bir güç oluşturur. Böylece kuş irtifa kaybeder.
Albatros uzun ve dar kanatları sayesinde okyanusların üzerinde uçabilir. Doğan ise geniş kanatları sayesinde sıcak hava akımlarından kolaylıkla yararlanabilir. Bunun yanınıda keçicağan kuşunun dalgalı kanatları onun çok hızlı uçmasını sağlar. Uçucu kuşların uzun süre havada kalabilmelerini sağlayan şey, kanatlarındaki dalgalı yapıdır.

Kuşların çoğu uçabilir, fakat hepsi aynı şekilde hareket etmez. Bazıları o kadar iyi birer uçucudur ki neredeyse yerin hemen üzerinde uçabilir. Kanatların biçimi ise bu uçuş tirleriyle bağlantılıdır.

UÇUŞ MAKİNESİNİN ÖZELLİKLERİ
Kuşları incelediğimizde, vücutlarının tüm özelliklerinin uçuş için özel olarak tasarlandığını görürüz. Öz kütlenin düşürülmesi ve böylece ağırlığın azaltılması için kemiklerin içi boş olarak yaratılmış ve vücuda hava keseleri yerleştirilmiştir. Dışkının katı olmayıp yarı sıvı olması vücutta gereksiz su tutulmasını ve böylece ağırlığın artmasını engeller. Tüyler de hacimlerine karşılık son derece hafif yapılardır.
Kuşlardaki bu özel yapıları sırayla inceleyelim.

1- İSKELET
Kuş kemiklerinin içi boş olmasına rağmen, iskelet, hayvanın sahip olduğu kuvvete oranla fazlasıyla güçlüdür. Örneğin 18 cm. uzunluğundaki kocabaş kuşu, bir zeytin çekirdeğini kırmak için gagasıyla ona 68,5 kg.lık bir basınç uygulayabilir. Kara canlılarınınkinden daha "derli-toplu" bir yapıya sahip olan kuş iskeletinde omuz, kalça ve göğüs kemerleri birbirine kaynaşmış bir şekilde birleşiktir. Bu tasarım kuşa daha sağlam bir yapı kazandırmaktadır. İskeletin bir başka özelliği, başta belirttiğimiz gibi diğer bütün omurgalı canlıların iskeletinden hafif olmasıdır. Örneğin bir güvercinin iskeleti, hayvanın vücut ağırlığının toplamının sadece % 4.4'ünü oluşturmaktadır. Bir Fregat kuşunun kemiklerinin toplamı ise 118 gr gelmektedir ve bu miktar, hayvanın tüylerinin toplam ağırlığından daha azdır.

2- SOLUNUM SİSTEMİ
Kara canlılarıyla kuşların solunum sistemleri de birbirlerinden tamamen farklı prensiplerle çalışır. Bunun sebebi kuşların oksijen ihtiyacının kara canlılarına göre çok daha fazla olmasıdır. Örneğin, bir kolibri kuşunun oksijen ihtiyacı bir insanınkinin neredeyse 20 katıdır. Dolayısıyla, bir kara canlısının akciğeri, kuşun ihtiyacı olan yeterli oksijeni sağlayamaz. Bu nedenle, kuşların akciğerleri çok farklı bir tasarımla yaratılmıştır.
Kara canlılarının akciğerleri "çift yönlü" bir yapıya sahiptir: Nefes alma sırasında, hava akciğerdeki dallanmış kanallar boyunca ilerler ve küçük hava keseciklerinde son bulur. Oksijen-karbondioksit alışverişi burada gerçekleştirilir. Ancak daha sonra, kullanılmış olan bu hava, tam ters yönde hareket eder ve geldiği yolu izleyerek akciğerden çıkar, ana bronş yoluyla da dışarı atılır.
Kuşlarda ise hava akciğer kanalı boyunca "tek yönlü" hareket eder. Akciğerlerin giriş ve çıkış kanalları birbirlerinden farklıdır ve hava daimi olarak akciğer içinde tek yönlü olarak akar. Böylece kuş, havadaki oksijeni kesintisiz olarak alabilir. Böylece kuşun yüksek enerji ihtiyacı karşılanmış olur. Ünlü bir biyokimyacı olan Michael Denton, Evolution: A Theory In Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) isimli eserinde bu konuyu şöyle açıklar:
"Kuşlarda ana bronş, akciğer dokusunu oluşturan tüplere ayrılır. Parabronşi diye adlandırılan bu tüpler sonunda tekrar birleşerek, havanın akciğerler boyunca tek bir yönde devamlı akımını sağlayacak sistemi meydana getirirler... Kuşlardaki akciğerlerin yapısı ve genel solunum sisteminin çalışması tümüyle kendine özgüdür. Kuşlardaki bu "avien" sistemi başka hiçbir omurgalı akciğerinde bulunmaz. Bu sistem bütün kuş türlerinde aynıdır." 22
Kitabın devamında ise bu kadar mükemmel bir sistemin kademeli evrimle oluşamayacağını şu şekilde belirtir:
"Böyle tamamen değişik bir solunum sisteminin, azar azar küçük değişiklerle standart omurgalı dizaynından evrimleşmiş olduğu iddiası, düşünülmeden ortaya atılmış bir tezdir. Solunum faaliyetinin bu evrim süresince hiç aksamadan korunması, organizmanın hayatını sürdürmesi için gereklidir. En küçük bir eksik fonksiyon ölümle sonuçlanacaktır. Kuş akciğeri de, içinde dallanmış olan parabronşlar ve bu parabronşlara hava sağlanmasını garanti eden hava kesesi sistemi ile birlikte en üst düzeyde gelişmiş olana kadar ve beraberce, iç içe geçmiş mükemmel bir şekilde işlevini yapana kadar, bir solunum organı olarak görev yapamaz." 23
Kısacası, kara tipi akciğerden hava tipi akciğere geçiş, ara geçiş safhasında bulunan bir akciğerin hiçbir işlevselliğinin olmaması sebebiyle mümkün değildir. Akciğeri çalışmayan bir canlı ise birkaç dakikadan fazla yaşayamaz. Çünkü mutasyonların kendisini tesadüfen kurtarmalarını bekleyecek milyonlarca yılı yoktur.
Kuş akciğerinin bu benzersiz yapısı, uçuş için gerekli olan yüksek miktarda oksijen ihtiyacını karşılamaya yönelik, çok mükemmel bir tasarımın varlığını göstermektedir. Yalnızca kuşlara özgü bu anatominin bilinçsiz mutasyonların amaçsız bir sonucu olamayacağını görmek için, biraz sağduyu yeterlidir. Açıktır ki kuş akciğeri, canlıların Allah tarafından yaratıldıklarının sayısız delilinden sadece biridir.
KUŞLARA ÖZEL AKCİĞER
KUŞLAR, SÖZDE ATALARI OLAN SÜRÜNGENLERDEN ÇOK FARKLI BIR ANATOMIYE SAHIPTIR. KUŞ AKCIĞERLERI, KARA CANLILARINA TAMAMEN TERS BIÇIMDE IŞLER. KARA CANLILARI HAVAYI AYNI NEFES BORUSUNDAN ALIR VE VERIR. KUŞLARDA ISE HAVA AKCIĞERE ÖN TARAFTAN GIRERKEN ARKA TARAFTAN DIŞARI VERILIR. UÇUŞ SIRASINDA ÇOK YÜKSEK MIKTARDA OKSIJENE IHTIYAÇ DUYAN KUŞLAR IÇIN BÖYLE ÖZEL BIR "TASARIM" YAPILMIŞTIR. BÖYLE BIR YAPININ SÜRÜNGEN AKCIĞERINDE EVRIMLEŞEREK ORTAYA ÇIKMASI ISE IMKANSIZDIR. 

KUŞ AKCIĞERINDEKI TEK YÖNLÜ HAVA HAREKETI, HAVA KESECIKLERI SISTEMIYLE SAĞLANIR. AKCIĞERIN ÇEVRESINDE BULUNAN BU KESECIKLER ÖNCE HAVAYI IÇLERINE TOPLAR, SONRA DA DÜZENLI OLARAK AKCIĞERIN IÇINE POMPALAR. BÖYLECE AKCIĞERIN IÇINDEN SÜREKLI OLARAK TEMIZ HAVA GEÇIRILMIŞ OLUR. KUŞLARIN YÜKSEK OKSIJEN GEREKISINIMI IÇIN BÖYLESINE KOMPLEKS BIR SOLUNUM SISTEMI YARATILMIŞTIR.


3-DENGE SİSTEMİ

Allah tüm canlılar gibi kuşları da kusursuz bir biçimde yaratmıştır. Bu gerçek, her detayda kendini belli eder. Kuşların vücutları uçuştaki muhtemel bir dengesizliği engellemek için özel bir tasarımla var edilmiştir. Hayvanın uçuş sırasında öne doğru eğikleşmesini engellemek için, kafası özel olarak hafif kılınmıştır: Ortalama bir kuşun kafasının ağırlığı, vücut ağırlığının yalnızca %1' ini oluşturur.
Tüylerin aerodinamik yapısı da kuşların denge sistemindeki önemli bir özelliktir. Özellikle kanat ve kuyruk bölgelerindeki tüyler, kuşa çok etkili bir denge sistemi sağlar.
Bu özellikler, bir doğanın (falcon pereginus) saatte 384 km. hızla avına dalarken, hiçbir şekilde dengesini yitirmemesini sağlar.

4- GÜÇ VE ENERJİ PROBLEMİ
Bir olaylar zinciri şeklinde ortaya çıkan her bir süreç, ister biyoloji, ister kimya veya fizik bilimlerini ilgilendirsin, "enerjinin korunumu prensibi"ne uygun olarak gelişir. Bunu özetle "belli bir işin yapılabilmesi için belirlenmiş miktarda enerji gereklidir" şeklinde de anlatabiliriz
Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir.
(Nur Suresi, 41)
.Enerjinin korunumu prensibinin çarpıcı bir örneğini, kuşların uçuşunu gözlemlediğinizde bulabilirsiniz. Göçmen kuşların, uçuşa başlamadan önce, yolculuklarını tamamlamalarını sağlayacak miktarda enerji depolamaları şarttır. Buna karşın, uçmanın bir diğer şartı da mümkün olduğunca hafif olabilmektir. Uçabilmek için, bedeli ne olursa olsun fazla kilolardan kaçınılmalıdır. Bu arada yakıtın da mümkün olduğunca verimli olması şarttır. Yani yakıt minimum ağırlıkta tutulurken, verdiği enerjinin maksimum olması gereklidir. Bunların hepsi kuşlar için çözümlenmiş olması gereken problemlerdir.

Serçenin kalbi dakikada 460 defa çarpar. Vücut sıcaklığı ise 42 derecedir. Bir kara omurgalsına ölüm getirecek olan bu vücut ısısı, gücü artıran bir etken olarak kuşlar için hayati önem taşır. Kuşların uçuş sırasında ihtiyaç duydukları büyük enerji, bu hızlı metabolizma sayesinde sağlanmaktadır.
İlk adım en ekonomik uçuş hızının tespit edilmesidir. Eğer kuş çok yavaş uçacak olsa, havada asılı kalması için çok enerji sarf etmesi gerekecektir.
Çok hızlı uçacak olsa, bu sefer de meydana gelen hava direncini aşmak için çok yakıt tüketmesi gerekecektir. Bu durumda yakıtın en az tüketilmesi için ideal değerde bir uçuş hızının gerektiğini görürüz. Bu arada şunu da hatırlatmak gerekir ki, iskeletlerinin ve kanatlarının aerodinamik yapılarındaki farklılar nedeniyle her kuş için farklı bir ideal hız geçerlidir.
Bu enerji sorununu altın yağmur kuşu (Pluvialis dominica fulva) üzerinde inceleyelim: Bu kuş, kışı geçirmek için her yıl Alaska'dan Hawaii'ye göç eder. Durmaksızın yaptığı uçuşu sırasında rotası üzerinde hiç ada bulunmaz. Dolayısıyla kuşun uzun yolculuğu sırasında hiçbir dinlenme imkanı yoktur. Varış, başlangıç noktasından 4000 km uzaktadır ve bu mesafe aralıksız yaklaşık 250 bin kanat çırpışını gerektirir. Yolculuğun tümü 88 saaten fazla sürer.
Kuşun yolculuğa başlarken ağırlığı 200 gramdır. Bunun 70 gramı, yolda yakıt olarak kullanılacak yağlardan oluşur. Ancak kuş bilimciler, bir altın yağmur kuşunun bir saat uçmak için harcadığı enerjiyi tespit etmiş ve kuşun 88 saatlik uçuş için en az 82 gram yakıt harcayacağı sonucuna varmışlardır. Yani kuşun 12 gramlık bir açığı vardır ve hesaplara göre Hawai'ye varmadan yüzlerce kilometre önce enerjisinin bitmesi ve denize düşmesi gerekmektedir.
Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir.
(Mülk Suresi, 19)
Ama bu hesaba rağmen altın yağmur kuşları hiçbir zaman denize düşmez ve her sene başarıyla Hawai'ye ulaşır. Peki bu canlıların sırrı nedir?
Bu kuşları yaratan Allah, onlara uçuşlarını kolaylaştıracak ve verimlileştirecek bir yöntem ilham etmiştir. Kuşlar gelişigüzel bir şekilde değil, sürü halinde uçar. Uçarken de hepsi belirli bir sıraya girer ve havada bir "V" şekli oluşturur. Bu V şekli, karşılaştıkları hava direncini azaltır. Bu uçuş düzeni o kadar etkilidir ki, kuşlar bu sayede yaklaşık % 23'lük bir enerji tasarrufu sağlar. Bu şekilde, yere indiklerinde fazladan 6-7 gram daha yağları kalmış olur. Bu artan yağ ise gereksiz değildir; rüzgarların ters yönden esmesi durumunda kullanılacak yedek yakıttır. 24
Bu olağanüstü durum karşısında şu soruları sormak gerekir:
Uçuş için ne kadar yağ gerektiğini kuş nereden bilir?
Bu kadar yağı tam yolculuk öncesi nasıl ayarlayabilir?
Uçuş mesafesini ve tam olarak ne kadar yakıt tüketileceğini nasıl hesaplar?
Kuş Hawai'nin Alaska'dan daha iyi koşullarda olduğunu nereden bilir?
Kuşların bu bilgilere ulaşmaları, bunlara uygun hesaplar yapmaları ve bu hesaplara uygun toplu uçuşlar gerçekleştirmeleri imkansızdır. Bu ise, yaptıkları işlerin gerçekte kuşlara "ilham edildiğini", bu canlıların üstün bir güç tarafından yönlendirildiklerini gösterir. Nitekim Kuran'da "dizi dizi uçan kuşlar"a dikkat çekilmekte ve bu canlıların Allah'ın kendilerine ilham ettiği bir bilince sahip oldukları haber verilmektedir:

SİNDİRİM SİSTEMİ
Kuşlar uzun göçlerde tek başlarına değil, sürü halinde uçmayı tercih ederler. Sürünün "V" şeklindeki uçuşu, her kuşa %23'lük bir enerji tasarrufu sağlamaktadır Bu olağanüstü durum karşısında şu soruları sormak gerekir:Uçuş için ne kadar yağ gerektiğini kuş nereden bilir? Bu kadar yağı tam yolculuk öncesi nasıl ayarlayabilir? Uçuş mesafesini ve tam olarak ne kadar yakıt tüketileceğini nasıl hesaplar? Kuş Hawai'nin Alaska'dan daha iyi koşullarda olduğunu nereden bilir?
Uçmak çok fazla güç gerektirir. Bu nedenle kuşlar, vücut kütlelerine oranla en fazla kas dokusuna sahip canlılardır. Metabolizmaları da kasların harcadığı güçle doğru orantıda ayarlanmıştır. Bir canlının metabolik hızı, ısıdaki 10 derecelik bir artışla ortalama iki katına çıkar. Bir serçenin 42 derecelik, bir ardıç kuşunun 43.5 derecelik vücut sıcaklıkları ise, metobolizmalarının ne kadar hızlı çalıştığını gösterir. Bir kara omurgalısına ancak ölüm getirecek olan bu vücut ısısı, enerji tüketimini ve böylece gücü artıran bir etken olarak, kuşlar için hayati önem taşır.
Kuşlar bu derece fazla enerji sarf ettikleri için, yedikleri besinleri de çok iyi biçimde sindirecek bir yapıya sahiptir. Kuşların sindirim sistemi, alınan besinin en verimli şekilde değerlendirilmesini sağlar. Örneğin büyümekte olan yavru leylek, yediği 3 kg. besinle 1 kg. ağırlık kazanır. Bu oran, aynı besinlerle beslenen memelilerde 10 kg.'a karşılık 1 kg. ağırlıktır. Kuşların dolaşım sistemi de, yine yüksek enerji ihtiyacına uygun olarak yaratılmıştır. İnsanın kalbi dakikada ortalama 78 kere çarparken, bu sayı serçede 460, sinek kuşunda 615'tir. Aktif uçma çok yüksek bir enerji gerektirdiği için, kan dolaşımı da kara canlılarına göre çok daha hızlı gerçekleşmektedir. Bu yüksek metabolik hız ve enerji sarfiyatı için gerekli olan oksijen, özel "hava tipi" akciğerler aracılığıyla vücuda alınır.
Kuşlar bu denli yüksek enerji harcarlar, ama bu enerjiyi de çok yüksek verimle kullanır. Kara canlılarıyla karşılaştırıldığında, enerji sarfiyatları kadar verimlilikleri de çok yüksektir. Örneğin göç sırasında bir kırlangıç her kilometre 2.5 kilokalori harcarken, bu küçük bir memelide41kilokaloridir.
Kuşları kara canlılarından ayıran bu özelliklerin hiçbiri mutasyonlarla ortaya çıkamaz. Eğer rastgele mutasyonlarla bu özelliklerden herhangi birisinin meydana geldiği farz edilse bile –ki bu imkansızdır- bu özellik dahi tek başına hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Uçmak için gerekli olan yüksek miktarda enerjiyi sağlayan metabolizmanın oluşması, hava tipi bir akciğer olmaksızın hiçbir işe yaramayacak, aksine yetersiz oksijen alımından dolayı canlının boğularak ölmesine yol açacaktır. Öncelikle hava tipi akciğerin oluşması durumunda ise, canlı gereğinden çok daha fazla oksijen alacak ve bunun sonucunda zarar görecektir. Bir başka imkansızlık iskelet yapısından kaynaklanır: Kuş, bir şekilde hava tipi bir akciğere ve metabolik adaptasyonlara sahip olsa bile, yine de havalanamayacaktır. Zira canlı ne kadar güçlü olursa olsun, bir kara canlısının ağır ve nispeten ayrık iskelet yapısıyla havalanması mümkün değildir. Kanatların oluşması ise, başta da değindiğimiz gibi, apayrı ve yine kusursuz bir "tasarım" gerektirir.
Tüm bunlar bizi tek bir sonuca ulaştırır: Kuşların kökenini, tesadüfi bir gelişimle ve dolayısıyla evrim teorisiyle açıklamak imkansızdır. Yeryüzündeki binlerce farklı kuş türü, bugün kuşların sahip olduğu tüm bedensel özelliklere sahip olarak "bir anda" var olmuştur. Bir diğer deyişle, Allah tarafından ayrı ayrı yaratılmıştır.

MÜKEMMEL UÇUŞ TEKNİKLERİ
Albatroslardan akbabalara kadar tüm kuşlar, rüzgardan yararlanmalarını sağlayacak uçuş yöntemleri ile birlikte yaratılmıştır.
Uçmak çok fazla enerji gerektiren bir iştir. Bunun için kuşlar, gelişmiş göğüs kasları, büyük bir kalp ve hafif bir iskelete sahip bir bedenle yaratılmıştır. Kuşlardaki üstün yaratılış örnekleri sadece bedenleri ile sınırlı değildir. Çoğu kuşa uçmak için gerekli olan enerjiyi azaltacak yöntemler de ilham edilmiştir.
Kerkenez, Avrupa, Asya ve Afrika'da çok bilinen yırtıcı bir kuştur. Kerkenezin çok ilginç bir özelliği vardır: Rüzgarla karşılaştığı zaman kafası görünmeyen bir el ile tutuluyormuşçasına tamamen hareketsiz kalır. Gövdesi rüzgara göre yalpalanmasına rağmen, kafası sabittir. Bu sayede kuşun görüş yeteneği her türlü sarsıntıya rağmen hep mükemmeldir. Bu yöntem savaş gemilerinde kullanılan ve denizdeki çalkantılara rağmen silahları hedefe bağlı tutan jiroskoba benzemektedir. Bu neden kerkenezin kafası, bilim adamlarınca "jirostabilize kafa" olarak adlandırılır. 25

ZAMANLAMA TEKNİĞİ
Kuşlar uçarak avlanma sürelerini azami verim alacak şekilde düzenler. Kerkenezlerin ana besin kaynağı tarla faresidir. Tarla faresi toprağın altındaki oyuklarda yaşar ve beslenmek için her iki saatte bir yeryüzüne çıkar. Kerkenezler de avlanmalarını tarla faresinin beslenme vaktine göre ayarlar. Gündüz avlanmalarına karşın, avlarını bekletir ve akşam karanlığında yerler. Bu sayede gün boyunca boş mide ile uçar ve dolayısıyla ağırlıklarını azaltmış olur. Bu yöntem uçuş için harcanan enerjiyi azaltır. Kerkenezin bu sayede %7'lik bir enerji tasarrufu yaptığı hesaplanmıştır. 26

RÜZGARDA SÜZÜLME
Kerkenezler avlanırken, harcadıkları enerjiyi rüzgarı kullanarak da azaltır. Kanatları üzerindeki hava akımını artırmak için rüzgarda süzülür ve eğer yeterli rüzgar varsa havada kanatları açık şekilde "asılı" kalabilir. Hava akımının yerden yukarıya doğru olması da onlara ayrı bir avantaj sağlayacaktır.
Hava akımlarından yararlanarak enerji sağlayıp, bunu uçarken kullanmaya "süzülme" denir. Kerkenez, bu yeteneğe sahip birçok kuştan sadece biridir. Süzülebilme özelliği bu türlerin havadaki üstünlüğünün bir işaretidir.
Süzülerek uçuşun başlıca iki yararı vardır.
Birincisi, yiyecek ararken ya da avlanma alanını diğer kuşlardan korurken, havada kalabilmek için gerekli enerjiyi azaltır. İkincisi, kuşa çok daha uzun uçuşlar yapabilme olanağı verir. Süzülerek uçan bir martı, kanat çırparken harcadığı enerjinin %70'ini tasarruf eder. 27

HAVA AKIMLARINDAN GELEN ENERJİ
Bir kuş, hava akımlarından farklı şekillerde enerji elde edebilir: Bir yamaçtan süzülen kerkenezin ya da denize inen sarp kayalıklardan aşağıya süzülen bir martının yukarı çıkan hava akımını kullanarak yaptığı uçuşlar "eğimli süzülme" diye adlandırılır.
Bir tepenin üzerinden kuvvetli bir rüzgar estiği zaman, hava akımı hareketsiz dalgalar şekline dönüşür. Kuşlar bu dalgaları kullanarak da dalga süzülmesi yapabilir.
Sümsükkuşu ve diğer deniz kuşları, adaların neden olduğu bu çeşit hareketsiz dalgaları kullanır. Ender olarak kuşlar, gemilerin üzerinde süzülen martıların yaptığı gibi, daha küçük engellerin oluşturduğu havayı kullanarak da süzülür.
Kuşun yukarı doğru süzülmesini sağlayan akımlar, daha çok hava cephelerinde görülür.
Hava cepheleri; hava kütleleri arasındaki sınırlardır. Kuşların bu cepheleri kullanarak yaptığı süzülmeler "cephe süzülmeleri" olarak bilinir. Kıyı boyunca denizden esen rüzgarların oluşturduğu cepheler, ancak araştırma radarlarının bu cepheler içinde süzülen kılıç kırlangıcı sürülerini saptaması ile keşfedilmiştir. Kalan iki yöntem ise ısı dalgaları ile süzülme ve rüzgar değişimleri ile süzülmedir.
Isı dalgalarını kullanarak süzülme, genel olarak dünyanın ılıman kesimlerinde, özellikle kıtaların iç bölgelerinde görülür. Toprak güneşle ısındığı zaman, hemen üzerindeki hava tabakası da ısınır ve hafifleyerek bir ısı dalgası halinde atmosferde yükselir. Bu olay, toz fırtınası ya da ısınan havanın dönerek yükseldiği hortum şeklinde gözlenebilir.
AKBABALAR VE SÜZÜLME TEKNİĞİ
Akbabalar, yeryüzünü gözlerken elverişli bir yükseklikte süzülebilmek için, ısı dalgalarına dayalı özel bir yönteme sahiptir. Bir ısı dalgasından diğerine süzülerek gün boyunca çok geniş bir alan üzerinde uçar.
Sabah güneş doğarken ısı dalgaları yükselmeye başlar. Önce küçük akbabalar, daha zayıf olan ısı dalgaları ile yükselir. Hava ısındıkça, onları daha büyük akbabalar izler. Akbabalar, ısınan havanın yarattığı yukarıya doğru çekim alanında adeta yüzerek yükselir. En hızlı yükselen hava, ısı dalgasının merkezindeki havadır. Yerçekimi ile ısınan havanın kaldırma kuvvetini dengelemek için havada daireler çizer. Daha yükseklere çıkmak istediklerinde ısı dalgasının merkezine yaklaşırlar ve buradaki daha hızlı yükselen havayı kullanarak yükselir.
Isı dalgaları diğer avcı kuşlar tarafından da kullanılır. Leylekler de özellikle göç sırasında ısı dalgalarını kullanır. Orta Avrupa'da yuva yapan beyaz leylek, kışı Afrika'da geçirmek için yaklaşık 7000 km. uzağa göç eder. Eğer tüm yolu kanat çırparak geçmeye kalksa yolculuk boyunca dört yerde konaklaması gerekecektir. Ama beyaz leylek günün 6-7 saati ısı dalgaları arasında planör uçuşu yaparak yolculuğunu üç haftada, enerjisinin büyük bir kısmını tasarruf etmiş olarak tamamlar.
Su karadan daha yavaş ısındığı için, denizler üstünde ısı dalgaları oluşmaz. Bu nedenle göç eden kuşlar uzun deniz geçişlerinden kaçınır. Avrupa'dan Afrika'ya göç eden leylekler ve diğer yırtıcı kuşlar, ya İber Yarımadası üzerinden Cebelitarık Boğazı yoluyla ya da Balkanlar üzerinden İstanbul Boğazı yoluyla geçer.
Albatros, sümsükkuşu, martı ve öteki deniz kuşları ise, yüksek dalgaların oluşturduğu hava akımını kullanır. Dalga tepeleri üzerinde uçan bu deniz kuşları, yukarıya doğru sapan havanın kaldırma kuvvetini kazanır. Albatros dalgaların üstünde süzülürken sık sık rüzgara doğru keskin bir şekilde döner ve hızla yükselir. 10-15 metre yükseldikten sonra yeniden döner ve süzülmeyi sürdürür. Burada kuş, rüzgar değişiminden enerji kazanmaktadır. Deniz yüzeyine değen havanın hızı azalır. Bu yüzden, yükselen albatros daha hızlı hava akımı ile karşılaşır. Yeterli bir hıza ulaştıktan sonra yeniden döner ve dalgalar üzerinde süzülmeye devam eder. Yelkovankuşu gibi küçük kuşlar da dalgalar üzerinde süzülürken aynı tekniği uygulayabilir.

Kanat açıklığı 3 metreyi bulan albatros dünyanın en büyük kuşlarından biridir. Böylesine büyük bir gövdenin uçması için de büyük bir enerjiye gereksinim vardır. Ancak Albatros eğimli süzülme metoduyla kanat çırpmadan ustaca uçabilir. Bu uçuş tekniği, canlıya büyük bir enerji tasarrufu sağlamaktadır.
Skimmer kuşu, suyla temas ettiğinde tüylerinin birbirine yapışmasını önleyen yağdan yoksundur. Bu nedenle diğer su kuşları gibi avlanmak için dalış yapmaz. Ancak alt gagası üsttekinden daha uzun olarak yaratılmıştır ve uçları dokunmaya karşı hassastır. Öte yandan kanatları öyle tasarlanmıştır ki, suyun hemen üstünde hiç kanat çırpmadan uzunca bir süre süzülebilir. Alt gagasını suya sokarak bu teknikle uçar. Gagasına bir av temas ettiğinde ise hemen onu yakalar.

Yaban kazları 8000 metre yükseklikte uçabilir. Ancak atmosfer, 5000 metrede bile deniz seviyesine kıyasla %65 daha seyrektir. Atmosferin bu denli seyrek olduğu bir yükseklikte uçan kuş, daha hızlı kanat çırpmak zorundadır. Ama çok kanat çırpmak için de daha çok oksijen yakması gerekir. Nitekim bu hayvanların ciğerleri, yükseklerdeki seyrek oksijenden maksimum oranda faydalanabilecek şekilde yaratılmıştır. Memeli hayvanlarınkinden farklı şekilde çalışan akciğerler, kuşların seyrek havadan normalden fazla enerji almalarını sağlar.

KUŞLARDAKİ TASARIMLAR 

Kuşlarda en gelişmiş duyular görme ve işitmedir. Avcı kuşlarda daha ziyade görme duyusu güçlüdür. Gece avlananlarda ise işitme duyusu daha hassastır.


Bazı dalgıç kuşlar, örneğin balıkçıl veya karabatak ise, suda görmeye elverişli gözlerle donatılmıştır. Bu kuşların korneaları yassıdır, böylece ışığın kırılması azalır ve su altında net görüntü elde eder.
Kuşların çoğunda gözler çoğunlukla kafanın iki yanındadır. Bu tasarım sayesinde geniş bir görüş açısı kazanır.
Gece avlanan yırtıcı kuşların gözlerinin kafalarının ön kısmında olması ise yine kusursuz bir tasarımdır; çünkü bu kuşlar geniş görüş açısından çok, "binoküler" olarak adlandırılan, dar ama daha net görüntü açısına ihtiyaç duymaktadır. (İnsanlar da aynı görüntü açısına sahiptir.)
Kuşların ayrıca çok ilginç bazı duyuları da vardır. Bu sayede havadaki titreşimleri, hissedebilir, dünyanın manyetik alanını algılayıp buna göre yön tayini yapabilir.
Ağaçkakan uzun dili ile ağaç göçdelerindeki derin deliklerde yaşayan larvalara rahatlıkla ulaşabilir. Kolibrinin ise ince ve çatallı bir dili vardır. Bu yapı, çiçeklerdeki nektarları rahatlıkla toplamasını sağlar.
Kuşların kafatası da diğer tüm canlılarınki gibi kusursuz bir tasarıma sahiptir. Görme, işitme ve koku gibi algılar için kafatasında özel boşluklar açılmıştır.
Kuş kemikleri havalanmak için tasarlanmıştır. İçleri oyuktur. Kas kuşakları ile sarılmıştır. Böylece sağlamlıklarından hiçbir şey yitirmeden mükemmel bir hafifliğe kavuşturulmuştur.
Kuşların göğüs kafesi, kanatlar kapandığında sıkışmaması için eğilmez bir niteliktedir. Yani kuş uçarken ve nefes alıp verirken, göğüs kafesinin hacmi büyüyüp küçülmez.
Kuşların uçuşu, harika bir hareket şeklidir. Uçarken kazandıkları hız, koşma ve yüzmeye kıyasla çok daha yüksektir. Ayrıca, mesafe başına harcadıkları enerji de, koşmaya ve yüzmeye göre daha düşüktür.
Kanat açıklığı 55 cm.'i bulan beyaz kanatlı baykuş, ideal bir gece avcısı olarak yaratılmıştır. İri gözleri başının ön tarafına yerleştirilmiştir. Bu yerleşim avını tespitte büyük avantaj sağlar. Gözleirin bir başka özellieği ise gece görüş kapasitesinin yüksek olmasıdır. 
Ayrıca beyaz kanatlı baykuşun kafası kendi etrafında neredeyse 360 derece dönebilir. Bu da hayvanın görüş alanının son derece büyük olmasını sağlar. Kuşun kulakları da son derece hassastır. Gece çalıların içinde gezinen bir tarla faresinin çıkarttığı sesleri tünediği daldan duyabilir. Uçuşu sırasında kanatlarını hiç ses çıkarmadan çırpabilir. Dalları ve avlarını sıkıca kavramasını sağlayan güçlü pençeleri olduğu da düşünülürse, baykuşun ideal bir gece avcısı olarak yaratıldığı rahatlıkla anlaşılabilir
KUŞ YUMURTALARINDAKİ TASARIM
Kuşlardaki yaratılış mucizeleri kanatları, tüyleri ya da göç yetenekleriyle sınırlı değildir. Bu canlılardaki olağanüstü tasarımlardan biri de yumurtalarında ortaya çıkar.
Bize çok basit gibi görünen tavuk yumurtasının kabuğunda, golf topu girintilerini andıran 15 bin kadar gözenek bulunur. Daha küçük bazı kuşların yumurtaları ise, ancak mikroskop altında görülebilen süngersi bir kabuğa sahiptir. Bu girintili-çıkıntılı yapılar, kuş yumurtasına büyük bir esneklik kazandırmakta ve darbelere karşı direncini artırmaktadır.
Yumurta tam bir paketleme harikasıdır. Gelişmekte olan civcivin gereksinim duyduğu tüm besin ve suyu sağlar. Yumurtanın sarısı, protein, yağ, vitamin ve mineraller içerirken, akı da bir su deposu işlevini görür.
Gelişmekte olan civcivin besine ve suya olduğu kadar oksijen almaya ve karbondioksitini dışarı atmaya da gereksinimi vardır. Civcivin ayrıca bir ısı kaynağına, kemiklerinin gelişmesi için kalsiyuma, suyunun korunmasına, bakterilerin bulaşmasına ve mekanik darbelere karşı bir koruma sistemine gereksinimi vardır. Tüm bu gereksinimleri yumurta kabuğu karşılar. Civciv, kabuk zarlarının iç yüzeyinde bulunan bol damarlı bir katman aracılığıyla oksijen alır ve karbondioksitini atar. Gaz alıp verme, erişkin hayvanlarda olduğu gibi akciğerlerle değil, kabuktaki küçük gözenekler yoluyla olur.
Yumurta kabukları, şaşırtıcı ölçüde sağlam olmalarına karşın, çok da incedir. Bu özellik, kuluçkadaki ana ya da babanın ısısının, yumurtanın içine kadar kolayca iletilmesini sağlar.

GEREKLİ BİR KAYIP
Kuluçka dönemi sırasında, yumurtadaki suyun ortalama %16'sı gözeneklerden dışarı buharlaşarak kaybolur. Biyologlar eskiden bu su kaybının, yumurta kabuğunun hava geçirebilen yapısı nedeniyle zorunlu, ama zararlı bir kayıp olduğunu düşünüyorlardı. Oysa son araştırmalar, bu su kaybının civcivin yumurtadan çıkması için gerekli olduğunu göstermiştir. Civcivin yumurtadan çıkarken gagasındaki yumurta dişini kullanarak kendisine bir delik açtığı ilk aşamada, fazla oksijene ve başını oynatacak kadar bir boşluğa gereksinimi vardır. Bu gereksinimler, yumurtadaki suyun kaybedilmesi, dolayısıyla yer açılması ve bu açılan yerde daha çok oksijen bulundurulmasıyla karşılanır.
Konunun daha da ilginç olan yönü, farklı yumurta kabuklarının su kaybetme oranlarının da, ideal olan % 15- 20'lik su kaybını sağlayacak şekilde ayarlanmış olmasıdır. Örneğin, dalgıç kuşu yumurtasının su kaybetme oranı, daha kuru ortamda kuluçkaya yatırılan aynı büyüklükteki bir başka yumurtadan üç kat daha fazladır.
Yumurta, civcivi 20 günlük kuluçka dönemi boyunca koruyacak kadar sağlam, ama dışarı çıkmasına imkan sağlayacak kadar da kırılgandır.
Civcivler, yumurtalarını kırmak için kullandıkları özel bir "yumurta dişi"ne sahiptir. İlginç olan, bu özel kırıcı dişin, civciv yumurtayı kırmadan önce belirmesi ve sonra da yok olmasıdır.
Bir tavuk yumurtasının, yumurtalık kanalında geçirdiği evreler. Yumurta kabuğunun dölyatağında oluşumu, yaklaşık 15-16 saat sürmektedir.
Pek çok kuşun yumurtası kamufle olmalarını sağlaycak renklerde yaratılmıştır. Deniz kuşunun yumurtaları ise armut biçimindedir. Bu, sarp kayalıklar için tasarlanmış ideal bir şekildir. Darbe çemberler çizenbir yörünge izler.

YUMURTADAKİ DAYANIKLILIK TASARIMI
Bir yumurta kabuğunun, gaz, su ve ısı işlemini düzenlemesi gerektiği kadar sağlam da olması gerekir. Kabuk, gelişmekte olan civcivi dış darbelere karşı koruyacak ve kuluçkaya yatan annenin ağırlığını kaldırabilecek kadar dayanıklı olmalıdır.
Nitekim kuş yumurtalarına baktığımızda, son derece dayanaklı bir biçimde tasarlandıklarını görürüz. Allah, küçük ve büyük yumurtaları birbirinden farklı şekilde yaratmıştır. Büyük kuşların yumurtaları genellikle sert ve esnek olmayan bir yapıya sahiptir. Daha küçük kuşların yumurtaları ise yumuşak ve esnektir.
Tavuk yumurtalarının kabukları sert ve gevrektir ancak yuvada birbirleri üzerine yuvarlandıklarında kırılmaz. Bu tür kabuk, aslında tüm iri yumurtalarda bulunmaktadır. Bu sağlamlık, yumurtayı saldırganlardan korumaktadır. Eğer bu sert ve gevrek kabukları küçük yumurtalarda olsaydı çok çabuk kırılırlardı. Araştırmalar, küçük yumurtalardaki kabukların gevrek değil, ama dayanıklı ve esnek olduğunu göstermektedir. Olası bir darbede esneyebilmeleri onları kırılmaktan kurtarır.
Bir kabuğun gevrek ya da esnek yapıda olması, sadece civcivi korumak açısından değil, onun dünyaya geliş biçimi açısından da belirleyici rol oynar. Sert ve gevrek bir kabuktan çıkacak olan civcivin, kafasını ve bacaklarını çıkarmadan önce yumurtanın basık ucunda sadece bir-iki delik açması yeterlidir. Böylece delikleri birleştiren bir takım çatlaklar oluşur ve civciv şapka biçiminde bir kapağı kaldırmakla özgürlüğüne kavuşabilir. 28